Koyun kurdun yol fordun :)
Bir karakış akşamı, Sivas’tan İstanbul’a doğru henüz yola çıkmıştım. Sivas’tan çıkarken karlı bir fırtına başlamıştı. Yolumuzun kesişmemesi için bir an önce Sivas’tan uzaklaşmalıydım. Kara yakalanmamak için arabada ne kadar beygir varsa faaliyete geçirdim. Sivas’tan çıkalı kaç saat olmuştu bilmiyordum. Neredeydim bilmiyordum. Hava karanlıktı, kar yağıyordu ve ben çift dingilli bir kamyonun arkasından çıkamıyordum. Rampa çıkıyoruz, önümü göremiyorum, sollayamıyorum. İkinci viteste araba bağırıyor, üçüncü viteste bayılıyor.
—-
Arabasıyla uzun yola çıkan herkes yollarda bir kamyon edebiyatı olduğunu bilirler. Sanki kamyonların arkalarına yazılan yazılarda orijinallik yarışı vardır. Birkaç örnek;
“Yollar gidişime kızlar duruşuma hasta”
“ Bir sana bir de sabah uykusuna hasretim”
“ Koyun kurdun yol fordun vs… “
Fakat arkasında olduğum kamyonun kasasında farklı bir şey yazıyordu. Gördüğümde anlayamadım, anladığımda gülmekten yoldan çıkıyordum.
“Burma, burma bıyıklarım Tarkan seni ayıklarım…”
….
Arkasında olduğum Tarkan’cı kamyoncu abi sollamam için trafik kurallarına aykırı bir sinyal verdi, solladım, uzun bir teşekkür kornası çaldım, yürüdüm. Kamyonun camından baktım, abi ağır abi. Bıyıkları burulacak\ hatta kesilip kazak örülecek kıvamda. Kornayla teşekkür ettiğimi duyunca oda hafif bir rica ederim kornası çaldı. Bu arada kornayla birlikte arkamdan yaklaşık 350 bin vatlık sayamadım bir kırk tane lamba yandı söndü. Ben artık hem kör hem sağır bir adamdım. Kulaklarım İstanbul’ a kadar zonkladı, beş on saniye geçici körlük yaşadım.
….
Kamyonu sollayınca bir yandan gülüyor bir yandan cümleyi unutmamak için not defterime yazmaya çalışıyordum. Cümleyi yazdım, düz bir yoldaydım, dağdan iniyordum. Uzun huzmeli farları yaktım. Sağ taraftaki radarlı polis otosunu fark ettiğimde hemen kadrana baktım ama geç kalmıştım. Süratim yüz seksenli bir şeydi. Radarı geçer geçmez çevirme noktasında enselenmeden bir dinlenme tesisi bulmalıydım. Sağdaki ilk tesise daldım. Amacım polisleri atlatmaktı. Akşam yemeği de yememiştim.
….
Tesis dökülüyordu, fakat her taraf kamyon doluydu. Kimse hoparlörden hoş geldin falan yapmadı, anladım bu tesiste hoparlör yoktu. Arabayı soğukta fazla yürümemek için lokantanın giriş merdivenlerinin en yakınına çektim. Hava buz. Sanırım Yozgat yakınları. Koşarak daldım lokantaya. Kimse yine hoş geldin demedi. Oturdum eski muşamba kaplı masaya. Genç ve kirli bir çocuk hemen çay getirdi. Masada sadece yarısı dolu bir sürahi vardı. Bardak yoktu. Dik saçlı, kambur, burnu uzun, kürdana benzer bir adam geldi. Bu, adam ve tilki karışımı sevimli bir şeydi.
-Ne kadar yapayım abi ? dedi…
-Neyi? dedim.
-Eti abi. dedi.
-Yarım kilo yap dedim. Nasıl olsa yarısını çalar diye düşündüm.
-Fazla olmaz mı abi? dedi…
-Olmaz, olmaz, açım dedim.
-Sen bilirsin. Fakat, sıra var abi, biraz bekleyeceksin.
-Acele etme, beklerim. Nasıl olsa ceza yememek için polislerin gitmesini bekleyecektim. Lokanta yemek yiyen kamyon şoförleriyle doluydu. Biraz hareket etmek için elimde çay bardağı ile camekanlı dik buzdolabına doğru yürüdüm. Asılı koyunlar ve kıçlarında karanfiller vardı. Lokantanın ortasında bir soba gürül gürül yanıyordu. Tuhaf bir soba. Yaklaştım. Soba motor yağı ile ısıtıyor. İnanılmaz bir icat. Korkunç ısı veriyor. Sobayı incelerken kapı açıldı, aman Allah’ım, benim Tarkan’cı burma bıyıklı abim içeri girmişti. Hafif göbek, deri bir mont, çakır ve kızarmış gözler, bakıştık, selam verdim. Gözler kapandı, baş hafif sola yamuldu öne indi, sağ el kalbin üzerine kondu, aldı selamı.
-Buyur kardeş, birlikte yemek yiyelim dedim.
-Sağ ol abi bizim masa hazırdır, aha şu ilerde arkadaşlar var. Yolda cepleştik beni bekliyorlar. Sen bizim yanımıza buyur istersen. Körün istediği bir göz Allah verdi dört uzun huzmeli teleskop. Bana çay getiren kirli ve çalışkan çocuğa,
-Canım benim yemeğimi de arkadaşların masaya hazırla. Çakır gözlü attı omzuma elini,
-Buyur abi sen masaya, hallederler yemeği. Oturttu beni masaya. Anında bağırdı.
-Sami etleri iyi pişir. Sami dediği şeyden ses geldi, Sami’yi göremedim.
-Olur Mustafa merak etme.
-E anlat abi senin gibi kravatlı birinin ne işi var kamyon şoförlerinin takıldığı böyle kötü yerlerde?
-Hiç sorma kardeş, radara girdim, ilk bulduğum tesise daldım.
-İşin zor abi, beklerler seni haberin olsun.
-Ben de onlar gidene kadar burada beklerim. Hem iyi oldu seni gördüm .
-Hayırdır abi…
-Hayır, hayır. Sana bir şey sormak istiyorum.
-Sor abi?
-Arabanın arkasına niye “Burma burma bıyıklarım Tarkan seni ayıklarım” yazdırdın? Çok güldüm, merak ediyorum mazur gör.
– Ne iş yapıyorsun abi sen?
– Bir gazetede çalışıyorum.
– Bizi sakın manşet etme abi.
– Ben haberci değilim.
– Ağrı’lıyım abi, geçen sene amca kızıyla nişanlıydım. Bu Tarkan deyyusunun yüzünden ayrıldım. Bıraktım kızı, aile birbirine girdi. Şimdi amcamgillerle düşmanız.
-Hayda… Ne alaka Tarkan’la sizin ailenin?
-Ne alakası olacak abi, bütün kızlar bu lavuğa hasta. Benimkide günlerce “Tarkan’a aşığım, onun için ölüyorum deyip durdu. Attım nişanı, git o zaman Tarkan ile evlen dedim.
-Bak o konuda ben de kılım o Tarkan’a.
-Ben sevdim mi ilah gibi taparım, gözüm gibi bakarım. Yanlışını görmeyim benzini döküp cayır, cayır yakarım. Seviyordum abi. Ölümüne… Yan masadan cevap gecikmedi.
-Oğlum benzin pahalı mazotla yak, kadın biraz işkence çeker ama ucuz olur. Ben diyemde…
Cevap yetiştirdi.
-Kes lan Efe, sen zeytin yağını getirdin mi? Muhabbetin içine mazot dökme. Ama bu Tarkan yumurta gibi çocuk abi. Ben de beğeniyorum bakma sen. Ama insanın evleneceği kızın bir erkeğe aşık falan olması ters geldi, nihayetinde erkek bu Tarkan…
……
Gülüşmeler sürdü. Lokantacı etten çalmadı. Eti hakikaten bitiremedim. Enfes bir salata, nefis bir mangal ziyafeti, muhteşem bir et, harika bir ayran ve çayın eşliğinde aşağıdaki konuşmalar geçti…
-Güya çorbaya zam gelmiş. Arkadaş bu trafikçiler iyice azıttı. Yirmi milyon çorba parası olur mu? Nerede içiyon çorbayı kitapsız? Hilton’ da mı?
-Mestan oğlum iyi sıyırmışın. Isparta’da benim kamyonu bağlıyordu. Komiser Kürtlere kılmış.
-Billahi on beş gündür ambarın önünde iş bekliyorum.
-Ostim’de öğlen yemeğine her gün melemen yapıyoruz. Bitti bu iş be…
– Nereye lan? Yatsana oğlum, yorgun gözüküyorsun.
-Yatamam, arabada on beş ton meyve var. Gecikmemek lazım. Yavaş, yavaş giderim.
-Dikkat et ezme kimseyi.
-Sami benim getirdiğim kaçak çaydan demle. Sami “Olur” dedi. Sami’yi yine göremedim.
-Kamyonu alan olsa satacağım. Satmazsam banka el koyacak zaten. En iyisi banka satsın. Alacağını alsın kalan paramı da versin.
Epey oyalanmıştım. Bu arada yediklerimi de iki sodanın yardımıyla hazmetmiş gibiydim. Beni uğurladılar. Artık uzun yolda yüz kırkla giderken önümde gidemeyen kamyon şoförleri hakkında kötü düşünmeyeceğim. Uzun yola yalnız çıkarsanız bir uğrayın Türkiye’yi sırtında taşıyan bu cefakar adamların mola verdikleri tesislere. Binalara aldanmayın. Emin olun, hem en leziz yemekleri yiyecek, hem bu yorgun, bıkkın dürüst insanlardan ömrünüzde duymadığınız cümleleri duyacaksınız. Duyduğum bir yığın cümleyi buraya yazamıyorum o da ayrı. İnşallah polisler gitmiştir diye düştüm yola. İki kilometre sonra gördüm polisleri.
….
-Neredesin kardeşim yahu iki saattir seni bekliyoruz. Dedi biri.
-O ben değilim dedim. Kimse duymadı. Diğeri,
-Helal olsun, girince yükseksen beşle girmek lazım. Adam yüz beşle radara giriyor. Şerefsizim ceza yazmak zor geliyor. Ehliyet ruhsat lütfen. Evrakları verirken,
-Siz niye gitmediniz arkadaşlar? Gidersiniz diye iki saattir kamyoncularla lafladım.
-Bir uyanık sen misin abi? Biz bu yollarda nelerini gördük. İllaki geleceksin geri dönecek halin yok ya. Dediler. İki yüz seksen küsur lira ceza yazdılar.